“Aman memurum şunu demeyeyim, aman memurum yerin kulağı var, aman şunu paylaşsam beni yakarlar.” gibisinden cümleler kamu çalışanlarının ağzından duymaya alışkın olduğumuz cümlelerdir. Bu ürkekliğin arkasında haklı nedenler olmakla birlikte yazı kapsamında kamu çalışanlarının ifade özgürlüğünü ele alacağız.
Anayasa Mahkemesi’nin bu konuya ilişkin verdiği birden çok karar olmasına karşın, ideal bir örneklem oluşturmak maksadıyla Engin Kabadaş ve Hasan Güngör başvuruları değerlendirmeye alınacaktır. Bu iki kararın seçilmesinin sebebi, başvuruculardan birisinin asker, diğerinin ise öğretmen olması ve AYM’nin kamu çalışanı olan iki ayrı meslek grubuna karşı yaklaşımını değerlendirmektir.
Engin Kabadaş başvurusu, olay tarihinde Çankırı 28. Mekanize Piyade Tugay komutan yardımcılığını yapan kurmay albay rütbesindeki başvurucunun verdiği konferansta kullandığı ifadelerin, siyasi faaliyette bulunma suçunu oluşturması sebebiyle adli para cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Hasan Güngör başvurusu, Diyarbakır Celal Güzelses İlköğretim Okulu’nda sınıf öğretmeni sınıf öğretmeni olarak görev yapan ve aynı zamanda Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Sekreteri olarak sendikal faaliyette bulunan başvurucunun, bir siyasi partinin yararına fiilen faaliyette bulunma kabul edilerek disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlaline ilişkindir.
AYM, kamu görevlisi olmanın birtakım ayrıcalıklar ve avantajlar sağlamasının yanında bazı külfet ve sorumluluklara katlanmayı, diğer kişilerin tabi olmadığı sınırlamalara tabi olmayı gerektirdiğini ifade etmiştir. Belirli mesleklere mensup kamu çalışanlarının ifade özgürlüklerine yönelik müdahale ile onların görüşlerinin “dengeli” ve “siyaseten yansız” olmasının sağlanabilmesi için siyasi faaliyetlerden kaçınma yükümlülükleri arasında bir denge sağlanıp sağlanmadığının olayın bütünselliği içinde gözetileceği, kabul görmektedir. Bu bağlamdaki AİHM uygulamaları, memurun bulunduğu konum dikkate alınarak görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesini belirlemede ulusal makamlara belirli bir takdir marjı tanıdığını göstermektedir. Buna rağmen Anayasa’nın 12.maddesinin ikinci fıkrası hükmü, ifade özgürlüğüne doğası gereği öngörülenden daha fazla sınırlama getirildiği şeklinde yorumlanamayacağı ve Anayasa’nıın 26.maddesinde herhangi bir zımni sınırlamaya yer verilmemiş olduğu unutulmamalıdır.
Bu açıklamalar nezdinde biri asker diğeri öğretmen olan iki başvurucunun ifade özgürlüğünün koruma alanın farklı olacağı kabul edilebilir bir husustur. Öncelikle öğretmen olan başvurucu Hasan Güngör olaya konu ilgili açıklamasında “edilgen” bir tavır içinde bulunduğu ve bu çerçevede de verilen cezanın ağırlığının gereklilik incelemesini geçemediği görülmektedir. Engin Kabadaş başvurusunda ise Türkiye’deki asker-siyaset ilişkisine vurgu yapılarak kamu çalışanı olan rütbeli bir askerin katılımın zorunlu ve fikir aşılama amacı taşıdığı belirtilen bir konferansta, politikacılara yönelik ifadelerine yönelik müdahalenin nispeten düşük miktardaki adli para cezasının adil dengeyi sağladığı için ifade özgürlüğünü ihlal etmediği ifade edilmiştir. Gereklilik ve orantılılık incelemesi kapsamında yapılan bu incelemeyi makul görmekle birlikte ifade özgürlüğünün çerçevesinin genişletilmesi amacıyla bir noktaya dikkat çekeceğiz. AİHM’in nefret söylemine ilişkin kararlarında uyguladığı ABD Federal Yüksek Mahkemesi’nin kullandığı “açık ve mevcut tehlike” ve AYM’nin siyasi parti kapatma davalarında kullandığı “yakın ve görülebilir tehlike” kriterinin kamu çalışanlarının ifadelerine yönelik müdahalelerde de değerlendirilmesinin demokratik toplumda çoğulculuğun sağlanmasında katkısı olacağını düşünmekteyiz. Bu bağlamda Engin Kabadaş başvurusunda, başvurucunun beyanlarına muhatap olan politikacıların bu beyanla birlikte “açık ve mevcut bir tehlikeye” maruz kalıp kalmadığının da değerlendirmesinin yapılması gerektiği kanısını taşımaktayız. Bu kriterin ilgili başvurularda kullanılması, demokratik toplumun gerekleri ve ölçülük ilkesinin çok daha geniş kapsamlı ve doyurucu değerlendirmelerle ele alınmasını sağlayacak olup nihayetinde verilen kararlar, adil dengeye çok daha yakın olacaktır.