Toplum diline ve gönlüne sıkça yansıyan, bireyin bir kimseye veya bir nesneye yakınlığını ve bağlılığını gösteren duyguya sevgi denilmektedir. Sevgi içten gelen bir ruhsal eğilim olduğu için dünya var olduğundan beri insanların asıl yaşama kaynağı haline gelmiştir. Sevginin temelinde birçok neden yatmaktadır. Sevgi tek başına yeterli gelmeyip içinde barındırdığı nedenlerle bütün haline gelir. Güven, dostluk, bağlanma, sempati, şefkat gibi duygu ve eğilimler sevgi kavramı içinde hayat bulmuştur. Sevgi, sevilene kıymet, değer katar. Unutulmamak, kıymet bilmek, değer görmek, vefaya muhatap olmak kimi sevindirmez ki?

Şems-i Tebrizi, “Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca / Dağı bile taşır insan aşık olunca, inanınca” diyor… Küçük İskender’e göre ise, birini gerçekten sevdin mi; yaşı, ne kadar uzakta olduğu, boyu, kilosu sadece lanet birer sayıymış… Özdemir Erdoğan şarkısında, “Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir / Bazen küçük bir an için ömür bile verilir” diye anlatıyor sevgiyi…

Halil Cibran, “Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka” diyor… Mevlana, “Sevgi karanlık bir tünelde yakılan mum ışığı gibidir; size yolunuzu gösterir ama uzakta ne olduğunu söylemez” diyor.

Fuzuli’ye sormuşlar, “Sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi?” diye; “Sevmek” demiş.. “Çünkü, sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın”… Nazım Hikmet, “Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Aklıma gelişini seveyim. Ne güzel de darma duman ediyorsun beni” diyor dizelerinde… İşte sevgi bu toplumda gerek yazarların dilinde, gerek türkülerimiz de gerek Anadolu insanın gönlünde her zaman yer edinmiştir ve edinmeye devam edecektir.

Heidegger’in de ifadesiyle, insanı insan yapan ve ona kimlik kazandıran şey, varlık ile kurduğu ilişkidir. Bu ilişki günümüz insanlarında ne yazık ki önem kaybetmeye doğru yol alıyor. ‘’ Çoğu zaman çocukluğumuza geri dönmek istiyoruz. En yakınlarımızla beraberken dahi hissettiğimiz bu yalnızlık, bizi çocukluğumuzun cennetinin; hiçbir şey yapmadığımız halde karşılıksız sevgi ve bakım gördüğümüz anların özlemine sürüklüyor. ‘’ Modern çağın sevgisi insana geçmişin sevgi anlayışını özlettiriyor. Sevgi, edilgen bir duygu olmamalı, kanaatimce sevgi tamamıyla bir eylem olmalıdır. Sevginin yapısı almak değil öncelikle vermektir.

 Biz bu çağın kurbanı olan bireyler olarak her zaman vermek yerine almanın tarafında olduk ve o yüzden sevgiye karşı doyumsuzluğu ve bunun eksikliğini yaşıyoruz.

Sevgiyle yakından ilgili olan ve sevgiyle anlam bulan bir diğer konu da  “güven” duygusudur. Güven, sevgi, saygı, arkadaşlık ve bilhassa başka değerli duygularla temas eden , bireysel bağların kökeninde bulunduğu kadar toplumsal , politik ve ekonomik tüm toplumsal  ilişkilerin asli unsurudur. Güven genel anlamda bir kişinin dürüstlüğüne olan inancımız olarak tanımlanır. Biz insanoğlu doğumumuzdan ölümümüze dek sürekli sosyal varlıklar halinde yaşamımızı idame ediyoruz ,  başkalarıyla etkileşim halinde olmamız büyük ölçüde güvenin hayatımızda kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Kaynaklarda da  yer alan tüm araştırmalar bize güven duymaya meyilli olduğumuzu gösteriyor. Bir kişinin  güven kavramını ortaya çıkarması için hem karşıdakine güvenmesi hem de kendisine güvenilmesi gerekir. Yani güven sevgi gibi karşılıksız olmayabiliyor ve sanırım her iki kavram bu nokta da ayrışıyor. Başka insanlara duyulacak olan güven duygusunun temelinde kendine güven yatar. Kendine güvenmeyen insan başkalarına güvenemez. Kendi güvenilir olmayan insana da başkaları güvenemez.

Stephen Covey’e göre: “Güven, insan motivasyonunun en yüksek biçimidir. İnsanların doğasında var olan “iyi” ve “güzeli’’ ortaya koymalarına imkan verir.”

O halde sevgili dost, hatır bilenlerden ol. Ve merak et. Yeni sorular sor, yeni cevaplar bul. Sev, sevil. İnsan sevildiği yerden çiçek açar. Yeni keşifler yap. Çocuksu bir merakla bak hayata. Değişmekten ve güvenmekten korkma.